Gezegen için ne yapıyorum? - Giyim ve kişisel bakım

Editörden
-
Aa
+
a
a
a
""

Aslında bir ihtiyaç olan giyimin çok eski tarihlerden itibaren modaya dönüştüğü vaki. Zira büyük şirketler modayı giyim alışkanlıklarımızı manipüle etmekte bir araç olarak kullanmaktalar. Şahsen moda ve “fast fashion” (hızlı moda) kavramını reddediyorum ve sezonluk giysi kavramından olanca gücümle uzak duruyorum. Her daim giyilebilecek, ütüleme istemeyen, pamuklu giysiler tercihim. “Gardırop yenileme” kavramını da haliyle reddediyorum. Dayanıklı, zamansız, rahat giysiler bu kavramı reddetmemi kolaylaştırıyor. Giysilerime elimden geldiğince iyi bakıyorum, elimden geldiğince az yıkıyorum ve deterjan kullanmayarak, düşük ısıda yıkayıp güneşte kurutarak ömürlerini uzatmaya gayret ediyorum. Giysi, ayakkabı ya da herhangi bir aksesuarımda derinin yeri yok. Giyimde de “eskiyi at yeniyi al” anlayışını reddediyorum. Diğer her şeyde olduğu gibi eskiye değer verme, tamir etme ve yeniden kullanmayı benimsiyorum. Annem, teyzem, ablalarım veya arkadaşlarımın bana verdikleri giysileri severek ve değer vererek giyiyorum. Hatta asıl onlara gözüm gibi bakıyorum. Bunun yanı sıra ikinci el kıyafet almayı da tercih ediyorum. Türkiye’de her ne kadar bu gibi ikinci el giysi dükkanları yaygın olmasa da yurtdışında bulunduğum zamanlarda ikinci el giysi veya eşya dükkanlarını gezerek birçok ihtiyacımı gidermişimdir. Fransa’da da ikinci el giysi mefhumu epey yaygın. Bundan faydalanıyorum. Özellikle pazarı domine eden ve emek sömürüsüne dayanan hazır giyim sektörü devlerinden mümkün olduğunca, mecbur kalmadıkça alışveriş yapmıyorum. Gezegeni kirleten, emeği sömüren, hayvanlara zulmeden fast-fashion giyim markalarından uzak duruyorum. 

Bu tercihim kişisel bakım ürünlerinde de geçerli. Kişisel bakımımda da temel aldığım ana ilke zulümsüz (cruelty-free) olması. Bu özellik ürünün üretiminde herhangi bir adımda hayvanların sömürülmediğini, onlar üzerinde test yapılmadığını garantiliyor. Temizliğimi ve kişisel bakımımı masum bir hayvanın çektiği acılar pahasına sağlamayı reddediyorum. Çok uzun yıllardır özel bir gün olmadıkça makyaj yapmıyorum (O da rimel ve ruj sürmekten ibaret). Makyaj yüzünden kaybedilebilecek vaktin bana kaldığını bilmek beni çok mutlu ediyor. Ayrıca makyaj sektörü için emeğimle kazandığım parayı sarfetmemek de önemli bir kalem. Zira bu ürünler epey maliyetli. Kaldı ki kadınların kendilerini mütemadiyen boyayarak güzellik elde etmeye çalışmalarını eşitsiz ve cinsiyetçi bir toplumun emaresi olarak görüyorum (Erkeklerin çoğunluğu güzel görünmek için kendilerini boyamıyorlar). Ojeyi bile her zaman kullanmıyorum. Sahip olduğum makyaj ürünlerini ise sorumluluk sahibi, etik, zulümsüz ve hayvan deneyi yapmayan markalardan tercih ediyorum. Bunlar genelde pazarı domine etmeyen, devleşmemiş, küçük markalar oluyor. Bu tür küçük üreticilerin doğal, deneysiz ve zehirsiz üretim biçimine “slow cosmetics” deniliyor. Diğer yandan artık kullandığım herhangi bir kişisel bakım ürününün de plastiksiz ambalajlı olanlarını arıyor ve kolayca buluyorum. Örneğin, yüz kremi, güneş koruyucu krem, sivrisinek kovucu krem gibi ürünlerin karton ambalajlı ve doğal içerikli olanları mevcut ve kullandığım bu ürünlerden çok memnunum. Özellikle cildimi korumak için kullandığım bu kremler tükendikten sonra ambalajlarının okyanuslardaki plastik kıtalarına katkı sağlamayacağını ve mercan resiflerini soldurmayacağını bilmek iyi hissettiriyor (Güneş kremlerini üzerinde okyanuslara zarar vermeyen içerik amblemi bulunanlardan tercih edebilirsiniz). Bir de parfüm meselesi var. Çoğunlukla parfüm kullanmıyorum ve eğer satın alacaksam da vegan parfümleri tercih ediyorum. Yani üretiminde hayvansal içerik kullanmayan (misk gibi) ve hayvanlar üzerinde test yapmayan zulümsüz parfümler.

Kişisel bakımın temizlik ayağında kullandığım şey sabun. Aldığım sabunların doğal olmasına, palm yağı içermemesine dikkat ediyorum. Eğer palm yağı içeriyorsa (sodium palmate) satın almıyorum. Palm yağının insan sağlığına zararının ötesinde ilgilendiğim kısmı palm yağı üretiminin gezegene verdiği zarar. Palm yağı üretimi için ormanlık araziler kesiliyor, birçok hayvanın yaşam alanları tarumar ediliyor (özellikle orangutanların). Dolayısıyla palm içeren bakım ürünlerini ve gıda maddelerini satın almıyorum. Sabun kullanarak plastik ambalajlı ürünleri kullanmaktan da sakınmış oluyorum. Saçım için ise son bir yıldır katı şampuan kullanıyorum. Böylece bir plastik şişe unsurunu daha elemiş oluyorum. Diğer yandan kişisel temizlik ürünleri için doğal içerikli olanlardan (slow cosmetics) ve sadeleşmeden yanayım. Fazlaca ürünüm yok. Olanların da biri bitmeden diğerini satın almıyorum. Nemlendirici vb. ürünler için ise mümkün olduğunca cam kavanozluları tercih ediyorum. Saçlarım için ise beni en sevindiren değişimi bir dostum sayesinde başlattım. O bana “Curly girl method” isimli bir teknikten bahsetmişti. Özetle bu teknikte saçı her nevi kimyasaldan ve işlemden uzak tutmak söz konusu. Ancak yanı sıra bu teknik saçlardaki doğal dalgayı ortaya çıkarmak için birçok ürün kullanımına yönlendiriyordu. Ben bu tekniğin ürünlerini değil ancak felsefesini uyguluyorum diyebilirim. Saçıma içeriğinde kimi maddeler bulunan hiçbir şeyi sürmüyorum. Saçımı makineyle kurutmuyorum, düzleştirmiyorum, boyatmıyorum. Banyo haricinde saçıma sürdüğüm şey ise bitki yağları. Yaklaşık bir senedir uyguladığım bu yöntem sayesinde saçlarım doğal dalgasına kavuştu, nemli ve kabarmıyor. Bir zamanların reklam sloganındaki gibi “yıka ve çık!”. Bu bana hem zaman kazandırıyor hem de bütçemi kurtarıyor. Elektrik faturasına da yardımcı bir yöntem olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Aslında saçlarım hep sağlıklıydı, zira hayatım boyunca saçımı bir kere bile boyamadım ve üzerinde herhangi bir kimyasal işlem yaptırmadım. Bugün saçlarımda yavaş yavaş beyaz teller görünmeye başlıyor. Ancak planım ileride de saçımı boyamamak. Olduğu gibi bırakmak. Bu sayede gezegeni bu kimyasala maruz bırakmadan kendi bedenimi de kimyasaldan uzak tutmayı hedefliyorum. Eğer bir gün saçım beyaz olmasın istersem onun için de bir planım var: kına! Kimyasalsız, organik yani doğal!

Kişisel bakımın en önemli ürünlerinden biri ise adet gören kadınlar için adet dönemi pedi. Kullan at petrol türevi plastik pedleri de terkedeli çok uzun yıllar oldu. Bu pedlerin doğada yüzyıllar boyunca kaybolmadığı maalesef bir gerçek. Ben yıllar önce öncelikle yıkanabilir pamuklu pedlere geçtim. Türkiye’de çeşitli markalarda mevcut. Rahatsızlık timsali kullan at pedlerle karşılaştırıldığında bu yıkanabilir adet bezleri çok rahatlar. Ayrıca gezegenimize atık olarak dönmemeleri de cabası. Bu bezlerin yanı sıra birkaç yıl önce keşfettiğim bir diğer ürün ise adet kupası. Sürdürülebilir ve güvenli bir ürün olan adet kupasının kullanım ömrü neredeyse süresiz. Zira medikal silikondan ve temizliği de çok pratik. Adet gören kadınlar için sürdürülebilir mükemmel bir seçenek. 

Kişisel bakımın bir başka ürünü makyaj temizlemek veya yüz temizliği rutini için kullanılıp atılan pamuk diskler. Ben bunlar yerine yıkanabilir, organik pamuk diskler kullanıyorum. Hem çok daha konforlu bir temizlik yöntemi, hem de atıksız. Yıkanabilir pamuk disklerin yanı sıra yüzümü temizlemek için minik müslin bezlerden de kullanıyorum. İkisinin de hem maddi hem manevi hissiyatı çok hoş. Ayrıca cüzdanlar için de iyi! Benzer şekilde kullan at mendiller yerine ilkokulda ebeveynlerimizin ütüleyip cebimize koyduğu geleneksel pamuklu mendillere geçtim. Hele ki soğuk algınlıkları sırasında günler süren burun akıntısı için kullanılan onca mendilin yerine geçmiş olması hem bireysel ekonomim hem de doğa için çok faydalı bir ikame oldu. Yıkanabilir mendillerin hissiyatı da kullan-at mendillerden çok daha iyi! Pamuklu kulak çubuklarının da sürdürülebilir olanları var. Ablam bunlardan bana hediye etmişti. Ancak geleneksel kulak çubukları bulundurmam gerektiğinde çubuğu plastik olanlar yerine kâğıt olanları tercih ediyorum. Türkiye’de de bu çubukların plastik yerine kâğıt çubuklu olanları bulunuyor. Elbette ideal olan sağlık için de bu çubukların kullanımını en aza indirmek. Zira kulak zarına zarar verebiliyor.

Diğer bazı kullanım alışkanlıkları

Beslenme, giyinme, temizlik vb. alanlardaki tüketim alışkanlıklarının dışında kalan ve değiştirdiğim diğer başka kullanım alışkanlıklarımı düşündüğümde aklıma birkaç önemli eşya geliyor. Bunların başında dolma kalem var. Artık birçoğumuz tarafından nostaljik bir eşya olarak nitelendirilen dolma kalemleri çok seviyorum ve ekosistem için de çok faydalı olduklarını düşünüyorum. Evvela, mevzubahis kalemimiz pistonlu bir dolmakalem olmalı, kartuşlu değil. Böylece birçok renk seçeneği arasından seçerek bir şişe mürekkep edinip kalemimizin mürekkebi bittikçe buradan doldurabiliriz. Mürekkepler cam şişede olurlar. Bu da yüksek ihtimalle geri dönüştürülebileceklerinin göstergesidir. Aslında farkında olmadan tükenmez veya diğer tip kalem kullanımlarımızla birçok plastik atığa sebep oluyoruz. Ben yıllardır dolma kalem kullanarak bunun önüne geçmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Zira eskiden “tükenen” tükenmez kalemleri nereye atacağımı şaşırırdım. Geri dönüşür mü dönüşmez mi? Birçok çeşitli malzeme türüyle bir araya getirilmiş tükenmez kalemlerin plastiklerinin geri dönüşmediğini tahmin etmek zor değil. Zaten tükenmez kalem isimlendirmesi de aslında yine bir başka hüsnü tabir. Çünkü tükenmez denilen bu kalemler elbet bir gün “tükeniyor”. Aslında tükenmeyenler dolma kalemler. Sürdürülebilir olmalarının yanı sıra bu kalemlerle yazmak da ayrı keyifli. İnsanı yazmaya teşvik ediyor. Benim dolma kalemlerim arasında sevgili annem Pakize Özbey’in Trabzon Beşikdüzü Öğretmen Okulu’ndan üçüncülükle mezun olduğunda kendisine hediye edilen 1969 tarihli Pelikan dolma kalem de yer almakta. Benim için manevi değeri çok önemli olan bu dolma kalemi aradan geçen 55 seneye rağmen hala kullanıyorum. Dolma kalem bu denli sürdürülebilir, maneviyatı olan bir eşya. İki üç tane pistonlu orta karar dolma kaleminiz olursa çeşitli renklerde atıksız ve sürdürülebilir yazma keyfini yaşayabilirsiniz.

Bir başka sık kullanım alışkanlığı pilli eşyalar. Bunların başında ise saatler geliyor. Bugünlerde artık kişilerin kollarında daha çok dijital saatler görsek de benim gibi analog saat severler için sürdürülebilir saat türü otomatik saatler. Bu saatlerde pil sistemi yerine hareketle çalışan bir zemberek sistemi var. Benim iki adet ikinci el otomatik saatim var. Bu saatlerin her biri yanılmıyorsam yaklaşık 40 yıllık ya da daha fazla. Bir de otomatik sistemden de önceki teknoloji olan elle kurmalı zemberekli bir saatim de var. O da yine 1969 yılında annemin mezuniyetinde kendisine Trabzon Ziraat Bankası şube müdürü tarafından hediye edilen saat. İncecik son derece zarif bir saat. Son derece kirletici bir atık olan pillere ihtiyaç duymadan 55 yıldır o da gayet güzel çalışıyor. Ona gözüm gibi bakıyorum. Hem zemberekli hem de otomatik saatlerim hiçbir enerji kaynağına ihtiyaç duymadan tıkır tıkır çalışarak hayatlarını sürdürüyorlar.

Piller demişken, öyle ya da böyle pilli herhangi bir ürüne sahip olunabiliyor. Pilli herhangi bir ürünü artık satın almamama rağmen daha önceden sahip olduğum pilli eşyalarım var. Ya da pilsiz alternatifi olmayan eşyalar olabiliyor: örneğin televizyon kumandası. Maalesef bunda seçme şansı yok. Bu gibi ürünler için de şarj edilebilir piller kullanıyorum. Çok daha önceden sahip olduğum, ya da aile yadigarı kimi pilli eşyaları pil şarj etme makinesiyle doldurarak tekrar tekrar kullandığım pillerle çalıştırıyorum.

Bir de ampul meselesi var. Elbette uzun yıllardır ailecek tasarruflu ampuller kullanıyoruz. Ancak sarmal şeklindeki ampullerin tehlikeli ve kirletici civa maddesi ihtiva ettiğini artık biliyoruz. Bu sebeple tasarruflu ampul alırken bu sarmal şeklinde olanlar yerine daha yeni bir teknoloji olan led ampullerden tercih ediyorum. Bu tür ampullerde zararlı madde yok. Öyle ki geleneksel tasarrufsuz ampullerin dahi sarmal şeklindeki tasarruflu ampullerden evla olduğunu söyleyebiliriz. Zira bildiğim kadarıyla geleneksel ampuller kırıldıklarında toprağı zehirleyen herhangi bir madde içermiyorlar. Peki daha önceden alınmış sarmal ampulleri ne yapacağız? Ben kendi evimde ya da anne babamın evinde bulunan bozulmuş sarmal ampulleri biriktirdim ve toplama merkezlerine götürdüm. Bu merkezlerde bu tür ampuller güvenle ayrıştırılıyor. Fransa’ya gelmeden önce ikamet ettiğimiz Derbent’e yakın Kartepe’de bulunan bir atık merkezi vardı. Buralara elektronik atıklarımızı da toplayıp götürmüştüm (Elbette elektronik atıklar da rastgele çöpe atılmamalı). Bu merkezde görece çok az olan atıklarımız görevliler tarafından yine de tartıldı ve onlara karşılık gelen maddi tutar bize seçmemiz için sundukları hayır kurumlarından birine gönderildi. Ben sokak hayvanları için oluşturulmuş projeye bağışlamıştım atıklarıma karşılık gelen tutarı. Elbette teknolojik atık yaratmamak adına da gayret ettiğimi söylemem lazım. Bunun için sahip olduğum elektronik ürünlerde de basitlik ve sadelik kuralı geçerli.

Derbent’te yaşarken bize çok yakın mesafede bulunan ve çevreci ve yerel bir işletme olan “Otama Kırkpınar”a kullanmadığımız ve çeşitli ürünlerden geriye kalan cam kavanozları götürürdük. Otama’nın sahibinin mahalleliden cam kavanoz ve atık yağ topladığını öğrendikten sonra bu dükkâna kavanoz ve atık yağ götürmek için uğrar olmuştuk. Otama topladığı atık yağı “siyah sabun” yapımında kullanıyor ve bunları yine topladığı kavanozlara koyuyor. Aslında kullanılmayan cam kavanozları cam geri dönüşüm kumbarasına atmaktaydık. Ancak bir işe yaramaları ve tekrar kullanılabilmeleri daha iyi bir fikirdi. Evimizde kızartma yapmadığımız için atık yağ pek çıkmıyordu ancak bir yıl boyunca çeşitli şekilde biriken bir miktar atık yağımızı da Otama’ya götürüyorduk. Böylece atık yağlar çevreyi, toprağı kirletmeden bambaşka bir ürüne, siyah sabuna dönüşüyor. Siyah sabunun güzelliği ise çevreye zarar vermemesi. Aslında geleneksel sabunumuz. Bir anlamda geleneğe dönüş… Doğamızı, toprağımızı, yeraltı sularımızı kirletmeden temizliğe erişmek iyi hissettiriyor. Zira kullandığımız her nevi zehir içerikli temizlik ürünü, birçoğunun “akışına öldüğü” ırmaklara, denizlere, yeraltı sularına ve toprağa karışıyor, kurdun kuşun suyunu zehirliyor, tüm bunlar bir döngü şeklinde yediğimiz sebze meyvenin gıdası oluyor. Çabam, basit geleneksel tekniklerle elde edilebilecek ürünleri bu zehirlerin yerine koymak: temizlerken, leke çıkarırken, lavabo açarken sodyum bikarbonat ve sirke ikilisini kullanmak gibi.

Kompost meselesi

Organik atıklarımıza gelirsek: meyve-sebze kabukları/çekirdekleri, kuruyemiş kabukları vb. organik atıkları çöpe atıp ziyan etmektense kompost yaparak ekim yapılan toprakları zenginleştirmek için kullanabiliriz. Kompost yapmayı Türkiye’de de denemiştim. Çok sevgili bir dostum bana doğum günüm için kompost kovası ve seti hediye etmişti. Ancak kova çabuk doluyordu ve bunları toprağa gömmek gerekiyordu. Doktora tezimin son aşamasında olduğum için bir süre sonra gömme işini sürdürememiş ve maalesef kompost yapmayı bırakmak durumunda kalmıştım. Zamanım olsaydı sebze ve meyvemizi yetiştirdiğimiz bahçemiz için çok faydalı olabilirdi. Fransa’ya geldiğimde ise burada belediyenin birçok alana kompost için konteyner koyduğunu gördüm. Ayrıca düşen sonbahar yaprakları da kompost için kullanılan organik atıkların aralarına ekleniyor ve kompost daha sağlıklı bir yapıya dönüşüyor. Burada yaşadığımız binanın avlusunda da kompost konteynerimiz var. Görevliler bu kompostla ilgilendiği için gömme işi bize kalmıyor. Bize kalan sadece organik atıklarımızı biriktirip her gün ya da gün aşırı bu konteynerlere atmak. Ambalajları da geri dönüşüm konteynırlarına attığımız için evsel atığımızın çok çok azaldığını söyleyebilirim.


Canan Özbey'in yazısının öncesini okumak isterseniz;

Gezegen için ne yapıyorum? - Beslenme

Gezegen için ne yapıyorum? - Tüketim alışkanlıkları